İki gün önce maaşını çekti Firuze. Bin sekiz yüz seksen beş lira. Yedi yüz lirasını kiraya çıkardı. Bu ay da annesine para gönderemeyecekti. Oysa okurken ne sözler vermişti ona. Çalışmaya başladıktan sonra ona yardımcı olacak annesi daha az yorulacaktı. Sözünü tutamadığı için üzgündü çok üzgündü…
Akşamları tek arkadaşı kitaplardı. Son günlerde kitaplar da içindeki sıkıntıya merhem olmuyordu. İnat etti şu aralar Ayhanı da aramıyordu. Ayhan da onu aramıyordu. Aralarında anlamsız saçma bir iletişimsizlik başlamıştı. Bu sıkıntılı ruh hali içinde okula gitti geldi günlerce. Gittikçe içine kapandı. Artık annesi ile telefonda uzun uzun konuşmaktan hoşlanmıyor annesinin sorularını geçiştiriyordu.
O gün okula gitmedi Firuze. Okuldan aradılar rahatsız olduğunu söyledi. Rapor alması gerektiğini söyledi müdür yardımcısı, sesi gene alaycı, iğneleyiciydi.
“Olur.” dedi Firuze. “Alırım rapor.”
Ertesi gün okulda Firuzeyi aradılar yoktu. Telefona cevap vermiyordu. İki gün geçti aradan. Müdür ve müdür yardımcısı endişelenmeye başladılar. Defalarca telefonla aradılar ama nafile cevap vermiyordu Firuze.
Polise haber verdiler. Evi dört katlı bir apartmanın birinci katındaydı. Bahçede üç tane çınar ağacı vardı. Küçük bir bahçeydi burası. Ağaçların hepsi yapraklarını dökmüş sarı buruşuk yapraklar çimenlerin üstünü örtmüştü. Yapraksız iskelete benziyordu ağaçlar. Polis bir çilingirle Firuzenin evinin giriş kapısını açtı. Seslendiler cevap veren yoktu. Koridordan geçtiler sol taraftaki mutfak kapısı açıktı. Her şey yerli yerinde görünüyordu. Tezgâhın üzerinde lavobanın yanında yıkanmış iki tabak bir bardak bir çatal ve kaşık göze çarpıyordu. Kare mutfak masasının üzerinde yarısı içilmiş bir bardak su vardı. Sanki evde kimse yok gibi her şey yerli yerinde görünüyordu. Polis, çilingir, müdür ve müdür yardımcısı merak duygusu içinde salona geçtiler. Salonda perdeler kapalıydı. İçeride loş bir ortam vardı. Pencerenin birinin önünde eski rengi solmuş sarı bir kanepe, kanepenin solunda üzerinde kırmızı pötikareli örtünün olduğu çalışma masası vardı. Masanın sağ uç kısmında küçük bir saksıda çiçek açmış mor bir menekşe onun yanında ince bir kitap açık halde duruyordu. Müdür yardımcısı kitaba doğru uzandı. Açık olan sayfayı okudu.
"Ameliyatımı icra ettim. Hiçbir ağrı duymadım. Kan aktıkça biraz sızlıyor. Kanım akarken baldızım aşağıya indi. Yazı yazıyorum, kapıyı kapadım diyerek geri savdım. Bereket versin içeri girmedi. Bundan daha tatlı bir ölüm tasavvur edemiyorum. Kan aksın diye hiddetle kolumu kaldırdım. Baygınlık gelmeye başladı.
Canib-i zabıtadan gelecek tahkik memuruna size anlatmağa mecbur olmadığım bazı esbabdan dolayı terk-i hayata mecburiyet gördüm. Kendi kendimi öldürdüm. Benim yazım ve imzam alem-i matbuatta bulunan muharrirlerce malumdur. Binaenaleyh beyhude işgüzarlık edeceğim diye zaten matem içinde bulunacak familyam azası hakkında bi-lüzum tahkikata girişip de onları iz’ac etmeyiniz. Şu itirafnamem intiharın vukusunu müsbittir. Sizin vazifeniz kağıdı alıp bir jurnal ile makama takdim etmekten ibarettir.
Vücudumu teşhir olunmak üzere Mekteb-i Tıbbiyye’ye teberrüan bahşettim. Cenaze oraya naklolunmalıdır.
Beşir Fuad
Müdür yardımcısı tam bu okuduklarını düşünürken yan odadan müdürün “Aman Allahım !” çığlığına koştu. Herkes gördüğü manzara karşısında donup kalmıştı. Hepsinin rengi atmış korku dolu gözlerle karşıya bakıyorlardı. Küçük odanın ortasında bir ipin ucunda sallanıyordu Firuze. Yukarıdan küçük demir çengele tutturulmuş bir ipin ucundaydı.
Boşlukta öylece duran bir yaprak gibiydi. Ayaklarının alt kısmında halının üzerinde küçük bir not kâğıdı vardı. Polis kâğıdı aldı ve hafifçe mırıldandı.
“Hayatı boyunca hiçbir protestoya katılmayan kadının ilk ve son protestosudur bu. Kimin umurunda olacak? Biliyorum hiç kimsenin. Bir tek annem ağlayacak. Anadoluda anneler hep ağlar. Affet beni anne… Başaramadım…”
(SON)