KORONA GÜNLÜKLERİ

2020 yılı pek güzel başlamadı. Koskoca dünya küçücük evlere sığabiliyormuş bunu gördük. Çoğumuz evimizdeyiz. Karantina sürecini evinde geçiremeyen pek çok meslek grubu var. Hastanede, gıda sektöründe, dağıtım hizmetlerinde, basında, pek çok alanda evinde olamayan insanlarımız. Allah onlardan razı olsun. Sağlıkları daim olsun.

İnsanlar evlerinde neler yapıyor? Öncelikle tembellik yapıyoruz. Geç yatıyoruz, geç kalkıyoruz. Hareketsizlik hasta ediyor bizi. Kimimiz televizyon seyrediyoruz kimimiz sosyal medyada geziyoruz, çocuklarımızı takip etmeye ödevlerini yaptırmaya onların öğrenme ve çalışma isteklerini ayakta tutmaya çalışıyoruz. Yeni yemekler, pasta tarifleri buluyoruz. Yenilikleri deniyoruz. Erkekler evden çıkamadıkları için süreç onlar açısından daha sancılı oluyor. İstatistikler yalan söylemiyorsa böylesi durumlarda boşanmalar çok artıyormuş. O yüzden temkinli sabırlı olmak gerekiyor. Karantina günlerinden sonra psikologlar yoğun olacakmış bunlara bir de avukatlar dâhil olmasın aman!

Bunun yanında bol bol okuyoruz. Korona günlerini hayırlısıyla atlatabilirsek, hayatımızda değişen pek çok şey gibi okuma oranlarının da dünyada değiştiğini gözlemleriz herhalde.

Evlerden canlı yayınlar yapıyoruz. Öğretmenler, akademisyenler ders anlatıyor, yayınevleri, dergiler, sanatçılar, ünlüler canlı yayınlar yapıyorlar. Güzel işlerde oluyor aslında. Şartlar bizi hemen yeni yol ve yöntemler bulmaya itiyor.

Sosyal medyadan takip ettiğimiz kadarıyla bu zor günlerde kitaplar sığınağımız oldular. Kitapların dünyası farklıdır, sihirlidir. Bu dünya bize farklı kapılar aralar. Kapılardan birisi edebiyat çevresi denen yere açılır. Bu yerde uzun kısa, yaşlı genç, güzel çirkin, kadın erkek hepsi yazıyorlar. Hepsi yazar. Kitapları da var. Söyleşi yapıyorlar. Soruyorlar onlara onlar da anlatıyor. Kelimelere sihir yüklüyorlar, anlamlar veriyorlar, kelimelerle yaşıyorlar.

Hemen hemen bütün kesimleri takip etmeye çalışıyorum.

Kıskanıyor muyum? Evet, kıskanıyorum galiba. Sevenleri çok onların hayranları var. Bağımlı bile oluyor insanlar. Editörler, çok satanları iyi biliyor. Çok okunanları takip ediyorlar. Aslında yazar editör ilişkisi bir çeşit alış veriş. Alacak verecek meselesi. Alışveriş yapmayı sevenler iyi pazarlık ediyorlar.

Kimi dergilerde hep aynı isimler dergiler hep aynı yazarları pazarlıyorlar. Herkes bir mahalle bulmuş kendine. Sen, ben, bizim oğlan yaşayıp gidiyorlar. Her kesimin bir okuyucu kitlesi var. Para da kazanıyorlar ayrıca. Ama istatistikler aynı rakamları gösteriyor her yıl. Yani sonuçta ülke olarak çok gerilerdeyiz toplum olarak sevmiyoruz okumayı.

Bir de akademisyen yazarlar var. Edebiyatçı onlar. Edebiyatçılar neden ukala olurlar. Her şeyi bildikleri için mi, yoksa her şeyi bilip hiçbir şeyi değiştiremedikleri için mi? Aslında emekçi onlar işin bütün yükünü onlar çekiyorlar yol yordam bilen onlar. Bunun haklı gururunu yaşıyorlar. Bu yolda dirsek çürüten onlar. Eh o zaman akademik şımarıklıkları da olsun değil mi? Hak ediyorlar.

Sonra bütün bu yazarların değişmez özelliği oluşuyor, anlatmaya başlıyorlar “Nasıl yazar olunur?” diye. Ya da on şıkta yazar olmanın ipuçları. Okuyorum hepsini. Yazar olmak kolay değil tabi. Ya da çok kolay bilemiyorum. Bu sıkıntılı korona günlerinde yazar olma duygularım depreşiyor. Virginia Woolf un dediği gibi kendime ait bir odam yok o yüzden mi yazamıyorum acaba? Yok, canım, bütün ev benim bu etkili olamaz herhalde, öyleyse yetenekli değilim ilham perilerim yok, ya da ya da ne bileyim tanrı vergisi değil yazarlık bana.

Tanrım, “ İyi bir okuyucu olarak kal! ” diyor galiba. Oku sadece oku. Sadece oku…

Yorum yazın

UYARI : Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. Ayrıca suç teşkil edecek hakaret içerikli yorumlar hakkında muhatapları tarafından dava açılabilmektedir.

Ayla Coşkun Ceren yazıları

22ARA2020