Bazı insanlar “Nasıl bir çağa denk geldik?” diye izlediklerine, gördüklerine, duyduklarına şaşırıyor. Bazıları ise sadece yaşıyor. Kimi şaşarak izliyor kimi görmezden geliyor, kiminin işine geliyor, kiminin başka hesapları var mutlu oluyor.
Gerçi her çağın kendi dili, kendi kuralları, kendi yaşam biçimi vardır. Bunları yaşıyor ve görüyoruz. Bazı şeylere ulaşmak eskiye göre daha kolay. Teknoloji işleri kolaylaştırıyor, her şeye ulaştığımız için çabuk tüketiyoruz. Hızlı bir çağ, hızla tükenen ömür, hırslarımıza teslim ettiğimiz güzellikler, katledilen doğa, umursamazlık, vurdumduymazlık, günü kurtarma, empatiden yoksunluk, aç gözlülük, daha pek çok şey.
Peki, bu çağda bizler her birimiz kendimiz olabiliyor muyuz? Zenginimiz, fakirimiz, kadınımız, erkeğimiz, kısaca toplumun her bireyi. Elbette her insanın önceliği farklı. Kimi ekmek yok diye ağlıyor kimi pırlantam küçük diye.
Haberler yeterince iç karartıcı. Salgın bizi daha da köşeye sıkıştırdı. Üstelik doğaya, çocuğa, kadına, insana yapılan bunca zulüm bizi yoruyor, eziyor, küçültüyor, bitiriyor. Hele çocuklar. “ Vatanı korumak çocukları korumakla başlar.” Demiş Gazi Mustafa Kemal Atatürk. Psikolojik, biyolojik, sosyolojik anlamda iyi çocuklar yetiştiremeyeceksek işimiz zor. Çocuklarımızı korumak zorundayız.
Her şeye rağmen yüzümüzü gülümseten olaylar da olmuyor değil. Örneğin birisi çıkıyor ömrünün son günlerine kadar çorak toprağa yirmi altı bin fidan dikiyor üstelik aracın olmadığı, teknolojinin yaygın olmadığı zamanlarda, fidanları sırtında taşıyarak başlıyor bu işe. Yaşadığı bölgeyi cennete çeviriyor. Bütün ömrünü bu hayaline adıyor. Hayalini gerçekleştirmiş olmanın gururu ile gözlerini dünyaya kapatıyor. Yeryüzünün rezilliğine bir tutam iyilik saçıyor.
Gerçekten sınavımız olan bu çağda her birimiz kendimiz olabiliyor muyuz? Yeryüzünün bu rezilliğine bir tutam iyilik saçabiliyor muyuz?