Dil, dilimiz Türkçemiz. Dil, dillerin gelişimi, oluşumu uzun bir yazının konusu ve zor bir konu ayrıca. Dillerle ilgili pek çok makale var, incelemeler, tezler var. Dilden bahsettiğimizde sınıfta her zaman tartıştığımız konu caddelerimizdeki İngilizce yer isimleri oluyor. Kaçımız İngilizce biliyoruz ki? Israrla konulan bu yer isimlerinin ne anlama geldiğini bilmeyiz. Söylerken bile tuhaf gelir ama yine de ısrarla bu işe devam ederiz. Çünkü daha havalıdır. Anlaşılmaz olursa ilgi daha çok artar diye düşünür işletme sahipleri. Bu işlerin kökten çözümü var aslında ama kimsenin işine gelmiyor uygulamak.
Dilimizin tarihsel gelişimini anlatırken, Türklerin daha önce kullandığı alfabeleri sıralarım önce. (Göktürk alfabesi, Uygur alfabesi, Arap alfabesi, Kiril alfabesi, Latin alfabesi) Cumhuriyetin ilanından sonraki süreçte Türk alfabesi Latin harfleri esas alınarak Kasım 1928 ‘de kabul edilmiştir. Belki de dünyada sadece bizim dilimiz tarihi sürecinde yüzlerce yıldır bu kadar değişiklikle hırpalanmış, yorulmuş, yıpranmıştır. Fakat yine de dimdik ayakta, her zaman kendini yenileyen yaralarını tamir eden bir dil olmuştur. Bugün kullandığımız alfabemizdeki en güzel şeylerden biri konuştuğumuz gibi yazmamızdır. 1928 ‘den bu yana Türkiye genelinde altı yaş ve üzeri nüfus içinde okuma yazma bilenlerin oranı yüzde 97,24 olarak gerçekleşmiştir.
Ayrıca Türk dünyasında dil konusunda çok güzel gelişmeler yaşanıyor. Birçok Türk ülkesi gibi, 1940tan beri Kiril alfabesini kullanan Kazakistan da kademeli olarak Latin alfabesine geçme kararı almış. Bütün Türkler adına ne güzel bir haber.
Peki, her okuma yazma bilen her okuduğunu anlar mı? Bu soru son zamanlarda ayrı bir yazının konusudur, fakat gerçekten insanın, her insanın, okuma yazma bilmesi önemlidir. Bu insanın kendisine saygısını artıran bir olaydır. Ana dilimizin dışında başka bir yabancı dil bilmek ise ayrıca önemli bir konu. Bu İngilizce olur, Arapça olur, Fransızca olur, Almanca olur, Japon dili olabilir azim eden isteyen öğrenir. Ama ana dilin dışında bir dil öğrenmek kolay değil tarihte de kolay olmadı. Arapça öğrenmek kolay değil mesela. Onun için Arap harflerinden oluşan Osmanlıca dediğimiz bir yazı ortaya çıktı. Osmanlıca öğrenmek ise zor değil ve bu alanda çok uzmanımız var.
A.Yağmur Tunalı “İki Gözüm Türkçe” kitabında “Ömer Seyfettin ve Ziya Gökalp çizgisi doğruydu. Şimdiki dil mühendisleri “Yeni Lisan” makalesindeki fikirlerle hareket etmediler. Onlara göre “Türkçeleşmiş Türkçe” ydi. Türkçeyi yabancı gramer kaidelerinden mesela Arapça-Farsça terkiplerden arındırmak istiyorlardı.”Sadeleşmeci”ydiler, “tasfiyeci” ve “uydurmacı” değillerdi, diyor.
Yaşadığımız sıkıntı alfabe değişikliği değil dilde sadeleştirmenin dilimize verdiği zarar. Dil canlı bir organizma olduğu için başka dillerden alışverişi oluyor doğal olarak. Hele bugün teknolojik kavramlar dilimize nasıl hızla giriyor görüyoruz. Bizim yüzlerce yıldır beraber yaşadığımız, komşu olduğumuz, din bağımızın olduğu, tarih bağımızın olduğu dillerle alışveriş içinde olmamız çok doğal. Kelime alırız kelime veririz başka dillere. Çağın getirisi ve bu çağın gerekleri zaten yok olması gerekeni yok ediyor. Biz dilimize Türkçemize sahip çıkalım. Sadeleştireceğiz diye artık bizim olmuş bünyemize işlemiş kelimelere kıymayalım. Ben isterdim ki Hüseyin Rahminin Reşat Nurinin eserlerini bu kadar sadeleştirmeden okuyabileyim, okutturabileyim.