Biz kadınlar severiz hamur yoğurmayı. Unun beyazlığı cezbeder bizi. Üç beyazdan uzak durun uyarıları hele de ekmek söz konusu ise zordur. Ekmekçi toplumuz makarna ile ekmek yemişliğimiz vardır. Kurtuluş Savaşı yıllarında askerlerimizin süpürge tohumu yediği gerçeği ekmeği daha da kutsal yapar bizim gözümüzde. Ekmek kutsalımızdır. Hele şu dört günlük sokağa çıkma yasağında daha da kıymetlendi ekmek gözümüzde. Önce ekmek aldık evlerimize.
Buğdayın tarladan sofraya geliş hikâyesi uzundur. Bir de o hikâyeyi bire bir yaşayanlar vardır. Çiftçinin elleri toprak kokar, yüzünde toprağın çizgileri vardır ince ince. Toprağı bellemek, tohumu ekmek, yağmur için kar için bol bol dua etmek. Bir bekleyiş sonra. Usul usul yağmur yağar tarlalara, kar yağar, sessiz bembeyaz bir örtü olur toprak. Yaz mevsimi ile başaklar boy verir, sıcaklarla beraber sarıya döner rengi. Altın sarısıdır artık tarlalar.
Harman kaldırmak deyince hep bir manzara gelir göz önüme. Ellerinde tırpanlarla buğday hasat eden insanlar. Güneşten yanmış kavruk tenleri toz toprak içinde elbiseleri ile emek verirler hayat verirler insanlara. Ekmek hayat demektir. Çalışırlar, didinirler, kendileri de ekmek davası peşindedirler. Öyle kolay dolmaz çuvallara buğdaylar. Anadolu insanının emeği, alın teri, sevdası, acıları, hayatın kendisi de girer o çuvallara.
Eski harman zamanlarında acı tatlı olaylar yaşanırmış. Bazen ayrılıklar bazen hastalıklar olurmuş, ölüm yakalarmış insanı hasat zamanı. Hayat ise devam eder, yeni doğumlarla gözlerini tarla başlarında dünyaya açarmış insanoğlu. Büyük sevdalar yazılırmış alınyazılarına insanların. Aşklar yaşanırmış harman yerlerinde. Türküler de söylenirmiş içten, duygulu yanık.
Harmana serdiler sarı samanı
Hiç bitmiyor Emirdağının dumanı
Gel otur yanıma canım sevdiğim
Ayrılık mı olur harman zamanı
Çeşmenin başından işmar edersin
Seni sevdiğime pişman edersin
Ne dedim ki anan ile babana
Beni Çatallıya düşman edersin
Emirdağ ile Çatallının arası
Çekilmiyor ayrılığın yarası
Ne dedim ki kömür gözlüm ben sana
Yine geldi ayrılığın sırası.
Hamurumu yoğurdum bu türküyü söylerken. Bolunun havası, suyu, yeşili doyumsuz. Bolu türkülerini de iyi biliyorum ama çocukluğumun türküsü dolandı işte dilime. Bu korona günlerinde hayatı çekilir kılan eylemlerden biri de evde sürekli pasta, börek, çörek, yeni tarifler denemek oldu. Biraz sonra çörek yapacağım. Sıcak sımsıcak olacak. Mis gibi ekmek kokusu saracak evimi. Kokusu bütün apartmanı ayağa kaldıracak. Komşulara da vereceğim elbette.
Küçülen dünyada ve özellikle son yıllarda ülkemizde tarım alanında yapılması gerekenler çok konuşuluyor. Bizim topraklarımız verimli burası Anadolu. Bir zamanlar buğday ambarı olan bizim ülkemizdi. Tarım üretiminde dünyada kendi kendine yetebilen yedi sekiz ülkeden biriydik biz. Tarımı yeniden canlandırmak, köylere dönmek, köyleri kalkındırmak gerekiyor.
Teknoloji çiftçinin işini kolaylaştırıyor. Biliyorum şimdi buğdayları tırpanla değil biçerdöverlerle topluyorlar. O altın sarısı buğday tanelerini makineler sapından çöpünden ayırıyor. Çuvallara doldurulup un fabrikalarının yolunu tutuyorlar. Teknoloji güzel elbette. Modern çağın gerekleri yapılıyor. İnsanımız daha az yoruluyor, verim daha çok alınıyor. Ama artık o sarı türküler yakılmıyor, aşklar yaşanmıyor, harman yerleri tatsız tuzsuz. Ekmekler de öyle galiba.
Ya da bizim toplum olarak tadımız tuzumuz kalmadı.