Sevgili Başkanım;
Bu yıl kırkikindiler iyi yağdı.
Sen yoktun, ne kadar takip ettin bilmem...
Gücük, Alpağut deresi taştı,
Yağdıkça yağdı, aralıksız yağdı, durmaksızın şakır şakır yağdı...
Ardının böyle olacağı belliydi.
Şimdi yirmi gündün yanıyoruz.
Kımıldayacak, adım atacak halim, takatim yok.
Ne günah işledik bilmiyorum.
Güneş bizi cezalandırıyor.
Gece tüm pencereleri, kapıları açıyorum yine olmuyor.
‘Eyy gözünü sevdiğim rüzgar;
Şöyle kop gel Aladağlardan süzme yoğurt torbasına dönmüş bedenimizi serinlet’ diye dua ediyorum.
Tutmuyor!
Arapların niye bu kadar tepkisiz olduklarını daha iyi anladım.
Bu sıcaklarda saksıdaki çiçek gibi hareketsiz kaldık.
Bırak, haber yapmayı, yazı yazmayı,
Kendimle bile konuşmaya üşenir oldum.
Yârime sarılıp öpecek dermanım yok!
***
Geçen gün İzzet Baysal Caddesine çıkıp dolaşayım dedim.
Yürümek ne mümkün,
Güneş asfalta saklanmış sıcak suda pişirilmiş zarganaya döndüm.
Bir ağaç gölgesi aradım nefes almak için, ne mümkün.
Yüzde yetmişi ormanlarla çevrili bir şehri, nasıl beton yığını haline getirmişiz anlamak mümkün değil.
Bide üstüne az çorbayla, taze fasulyeye 200 lira ödedim.
Nereye gidiyoruz, bu işin sonu ne olacak inan kestiremiyorum.
Ayılar gibi kış uykusuna yatmak istiyorum.
Olmuyor!
***
Sevgili Başkanım;
Meramımı anlatacağım ama önce biraz kendimden bahsedeyim istedim.
Mehmet çok değiştin diyorlar.
Elini vicdanına koy, sen söyle;
Nasıl değişmeyim!
Şehrim; uzun programa atılmış mintan gibi, her tarafı buruş buruş olmuş.
Kimsenin umurunda değil.
Eskiden, sövüp, küfredip rahatlıyordum.
Yaş ilerledikçe onu da yapamıyorum.
Hafta sonları Kıbrıscık’a kaçıp,
Kızgın güneş altında, kayaları taşları tekmeliyorum.
Önceden Seben’ e giderdim.
Arzu Ablam, Fehmi Reis, Fatih Başkan el ele verdiler, Seben’e küstürdüler beni.
Yaşlılık sendromuna mı giriyorum ne?
Geçen Zuhal’e de aynısını söyledim.
Kıyamadı bana; ‘Yaşandıkça güzelleşiyorsun, seni daha çok seviyorum’ deyip gönlümü aldı.
İçime can geldi;
Uzat dedim yanağını dişlerime, bir ısırıkla cennetten kovulduk, bir ısırıkla cennetine gireyim.
Ayaklarıma kan yürüdü.
Kaç gün sonra yerimden kalktım.
O mutlulukla kendimi dışarı attım.
Kapının önünde bir kız.
Bu apartmanda mı oturuyorsunuz? Diye sordu.
Bırak şimdi apartmanını, koşarak At yaylasına çıkacağım.
El değmemiş çiçekleri toplayıp, yârimin saçına toka yapacağım.
Bırakmadı, ‘anketimiz var, birkaç soru soracağım’ dedi.
Senin için geldiğini ikinci soruda anladım.
Mahallenizde ki sorunlar nedir? dedi.
Uzağa gitme, şöyle kaldırıma bi bak, otları, bakımsızlığı görüyor musun? bu kez ben sorudum.
Onaylarcasına başını salladı.
Haaa, bu bi şey değil, refüjlerdeki otlar bile sarardı ilk defa’ dedim.
Pek anlamadı.
Hııı deyip geçiştirdi.
Ardından; ‘soruları ben sorabilir miyim? Deyip sitem etti.
Birkaç Belediye hizmetleri sorusunun ardından sıra sana geldi.
Hiçbir olasılığı atlamamışlar.
Senin Belediye’ de mi siyasette mi başarılı oluşundan, nereden aday olma ihtimaline kadar.
Hatta Ak Partiden aday olursa oy verir misin? diye de sordular.
Tamamına olumsuz cevap vermedim.
Elimi vicdanıma koydum.
Keşke hep Milletvekili kalsaydı, Belediye ona göre değil dedim.
Ulaşılabilirlik sorusuna da iyi cevap verdim.
Çok şükür ulaşılabilir, hiç olmadı sosyal medyadan yazıyorsun anında cevap veriyor dedim.
Kalan sürede başarılı olacağını düşünüyor musunuz? sorusuna ise sana kıyamadım.
Suçu başkalarına attım;
Bizim ki iyi uşak ama arkadaşları kötü dedim.
Sonunda mesleğimi, adımı sordu anketçi kız.
İsmimi kapatın, bu anketi Başkan’a gösterin, ben olduğumu anlar dedim.
Anlamadı...
***
Velhasıl Sevgili Başkanım;
Belli ki bilimsel çalışıp kendine bir yol çizeceksin.
Rabbim hayırlı eylesin.
Anketten ne sonuç çıkar bilemem ama
Benim sana diyeceğim şudur.
Serdar Tuncer ‘Kurbanım’ şiirinde ne güzel söylemiş;
‘Güvenme kendine "ben oldum" diye
Pişenler "hamım" der, bir düşün niye
Tövbe lâzım ettiğimiz tövbeye
Bir tövbeyle bu iş olmaz kurbanım’