KONUŞMAM LAZIM TÜM SUSMALARA İNAT!

KONUŞMAM LAZIM TÜM SUSMALARA İNAT!

Bu yol memleketime gidiyor!

Yağmurla açılan kapıları açtı, güneşi çaldı gökyüzünden, avuçları yandı.

Bu yüzden tutamadım ellerini!

Bolu’nun ormanlarını kokluyor gibi baktım gözlerine.

İlkokul bahçesinden ısmarladığımız adımlarımızı giyindik ayaklarımıza…

Saçlarımızın arasından yürüyen yağmurla, Sarıalan’da iki minik çimen tanesi gibi ıslandık…

‘Bu yol memleketime gidiyor’ dedi.

Elini uzattı, avuçlarında güneş yanığı…

Bu yüzden tutamadım ellerini!

***

Gecenin bir yarısı balkondaki çiçeği suladı kadın!

Islandık…

Sonra bir çocuk ağladı, karanlığı bozdu ninni sesleri;

Eeeee, eeeee, eeeeee, uyusun da büyüsün, nenni…

Kaldırımlar sustu ardından, çok üşümüşler, eğildik; koynumuzda kuruttuk kaldırımları, okşadık boyunlarını…

Parçalarımızı avuçlarımızla toplayıp, başımızdan aşağıya döktük,

Tam olduk!

Bolu Dağları ip atladı önümüzde, Köroğlu saz çalıp, türküler söyledi kulaklarımıza…

‘Bak burası Uğurlu Naip Tekkesi’ dedim.

Şeyh Mustafa Sabri Efendiyi anlatacaktım ki, saçlarını sol eliyle sıyırıp, sağ eliyle yanağımı tuttu.

Zaman durdu,

Ay utancından bulutların arkasına saklandı, yıldızlar dört bir yana kaçıştı.

‘Öpme, öpersen dudaklarım kalır, dudaksız doğar çocuklarımız’ dedim, dinletemedim…

Öptü!

Gök gürültüsüyle yırtıldı gökyüzü, yağmurlar boşaldı üzerimize,

Avuçlarımızda güneş yanığı,

Rabbim affetsin!

Güneşi biz çaldık gökyüzünden…

***

Koynundan bir fırça çıkardı, rengarenk boyalar...

O boyadıkça suya karışıyordu renkler, kaldırımların gri kirli yüzü kapanmıyordu.

‘Bak bu sular’ dedim, ‘mehvezlere boşalıp, derelerle buluşacak, oradan Fırat’a akıp, Mezopotamya’yı sulayacak, yangınlar susacak!’

Fırçayı, boyaları koynuna geri soktu, sıkıca sarıldı bana, göğüsleri göğsüme değdi.

Toprağı avuçladım, ağlayacak gibi oldum. Tırnaklarımın içi kir doldu.

Başımı önüme eğip temizledim onları.

Küçük bir toprak parçasını parmaklarımla ovdum, avucumu açıp yağmurla suladım…

Gönlüm son harfe geldi durdu.

‘Z’ den ötesi yok.

***

Saatler sonra rüzgar alıp götürdü her şeyi.

Kaldırımları söktü caddelerden, yağmurları, bulutları, yıldızları hepsini götürdü güneye doğru.

Hey çocuk uyan artık!

Alparslan’ın kılıcını getir bana. Oralarda bir yerde olacak.

Kürşad’ı ve çerilerini çağır, Çin’in sarayını basmaya gideceğiz bu gece…

At bineceğiz bozkırlarda, söz kimseyi öldürmeyeceğiz ama baş da eğmeyeceğiz kahpe gavura…

***

Hey çocuk uyan artık!

Dudaklarım o gecenin mahreminde kaldı, konuşamıyorum.

Sütçü İmam’ı kaldır yatağından…

Hasan Tahsin’i çağır, ilk kurşun onun hakkı!

Dadaloğlu’da gelsin, Çakırcalı’da…

Akif’e söyle, bir daha olmayacak, bir daha yazılmayacak…

***

Hey çocuk uyan artık!

O rüzgarın peşinden koş güneye doğru,

Bulutlarımı, yağmurlarımı, güneşimi, baharımı al elinden, getirip Bolu Dağlarının başından aşağı dök.

Buğdaylarımız yeşerecek daha, patateslerimiz kök verecek…

Çaydurt’tan yükselen tavuk b.ku kokusuyla uyanacağız sabaha,

Dudaklarımı da geri al, o dilberin dudaklarından,

Konuşmam lazım tüm susmalara inat.

DAHA FAZLASI İÇİN GAZETENİZİ ALMAYI UNUTMAYINIZ...

Yorum yazın

UYARI : Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. Ayrıca suç teşkil edecek hakaret içerikli yorumlar hakkında muhatapları tarafından dava açılabilmektedir.

Mehmet DEMİRCİ yazıları

11MAR2023