Geçen yıl bu zamanlardı.
Mudurnu İl Genel Meclis üyesi Yusuf Mintaş; ‘Öyle beylik laflar edip, kuru kuruya memleket sevmekle olmaz. Susuz yaylada susuzluktan kuruyor hayvanlarımız. Ne yaptıysak suya kavuşturamadık. Gel bi gör’ dedi.
Yaşar Hoca (Yüceer) araya girdi; ‘Birlikte gidelim Mehmet, kaç yıldır Susuz Yayla için uğraşıyorum, bir bilsen...’
Böyle heyecanlı görmüşlüğüm nadirdir Yaşar Hocayı.
Varsa yoksa, 5302 sayılı kanunun bulunduğu kitapçık!
Kararlıyım bir gün Yaşar Hocanın odasına girip o kitapçığı yırtacağım.
Neyse, biz yola koyulalım.
Yaşar Hoca direksiyonda ben yanında vurduk kendimizi Taşkesti yokuşuna...
Ekip toplanmış bizi bekliyor.
Sonbahar ayna karşısına geçmiş hazırlık yapıyor.
Döne döne çıkıyoruz, Susuz Yaylaya...
Bu ne güzellik Allah’ım.
Orhan Veli’nin ‘Yol Türküleri’ geliyor aklıma.
Abant’ta ne ki, Orhan Veli buraları görseydi, köy türküsü duymuş Bedri Rahmi gibi şairliğinden utanırdı.
Araplar boşuna koşup koşup gelmiyor,
Kabe onların memleketinde ama cennet burada...
***
Yükseldikçe ruhumu bi heyecan kaplıyor.
Karşılama mangası gibi, ince ince bi duman çöküyor üstümüze,
Yanağımıza dokunup kayboluyor.
İşte Susuz Yayla, tüm güzelliğiyle önümüzde;
Granit kayalar üzerinde ipek halı gibi yemyeşil.
Yüzyıllar önce, at üstünde dört nala koşa koşa buralara niçin geldiğimizi daha iyi anlıyorum. Bin yıl savaştık bu yaylar için.
Koyunlarımız otlasın diye.
Süt olsun, peynir olsun diye.
Şimdi bir suyu getiremiyoruz.
***
Ekipten ayrılıyorum.
Sis çöken vadiye yürüyor ayaklarım.
Şu dumana bıraksam bedenimi Sapanca Gölüne varacağım.
Nuh gemisini bu vadide yüzdürmüş olmalı.
Çimenler susuzluktan ağlaya ağlaya nemli kalmış.
Bu sonbahar gününde hala yeşiller.
Nasılda dimdik duruyorlar.
Nasılda direniyorlar.
Allah’ım şu çimenlerin içinde ki kudretten, güçten istiyorum.
Siyasilerin ve bürokratların karşısında dimdik durabilmek için.
Reenkarnasyon, Dünyanın başlangıcı ve sonu olmadığını söyler.
Dünyanın bir döngü olduğuna ve bu döngünün ruh göçüyle devam ettiğine inanırlar.
Merzifon ovasında eşek olmakta var yani.
Bu ihtimali göze alamam,
Bana göre değil ama
Ey Yüce Rabbim;
Eğer doğruysa, Dünyaya bir kez daha geleceksem bu yaylada çimen olmak istiyorum.
Onlar gibi bu yüksek yaylalarda rüzgarla dans edip, sislerle dumanlarla öpüşmek istiyorum.
Bu dumanların çisesi sarhoş ediyor insanı.
Uzanıyorum üzerlerine,
Kalbimin kararmışlığını ovalayıp temizliyorlar.
Ağırlığımı unutuyorum; Atıversem kendimi şu duman denizin üzerine.
Yalın ayak koşsam...
İncecik bir kuzu sesiyle uyanıyorum.
Su ister gibi yakarışı bir yıl gitmedi kulaklarımdan.
***
Toplanıp köye iniyoruz.
Muhtar Fikret Duymuş heyecanla anlatıyor.
‘Ödenek çıksın bu iş olur’ diyor.
İri kıyım bir adam, omuzlarını sallayarak yanıma geliyor.
‘Üç yıldır buraya gelmeyen kalmadı. Herkes umut verdi gitti. Sen de öyle olma’ diye tehdit ediyor.
Yaşar Hoca’nın gözlerine bakıyorum.
‘O bizim Belde Başkanımız’ diyor.
Ah güzel abim; benim elimde cümlelerimden başka ne var.
Yazarım yazarım, sonrada gelir senle birlikte ağlarım.
Bize memleketini seven duyarlı siyasiler, bürokratlar lazım.
Yoksa ben yazsam ne, yazmasam ne?
Bak Belediye ile ilgili tek yazı yazmıyorum artık.
Önceden Asuman Hanım, Ferudun Bey vardı.
Bir eksiği yazdığımızda, hassasiyet gösterip giderirlerdi.
Şimdikiler şeyine bile takmıyorlar.
(Şey: Tek başına bir anlam ifade etmeyip, cümle içerisinde her türlü anlamda kullanılabilen bir şey dir.)
Devam edecek...