ZITLIKLAR İÇİNDE MODEL OLMAK

Toplumların temellerini aileler oluşturmakta¸ ancak ailelerin üzerinde oluşturulan sosyal baskılar¸ çözülmelerin de temelini oluşturmaktadır. Şehirlerdeki toplumsal duyarsızlık¸ kent hayatının, büyük aileleri çekirdek aile yaparak minimize etmesi ve bu minik ailelerin de uzun ömürlü olmayan evlilik münasebetleri¸ sonuçta parçalanmış aileler ve ortada kalmış¸ perişan olmuş çocuklarla, karşı karşıya kalan bir toplum meydana getirmektedir.

Bizim kültürümüzde evlilik, gelişigüzel ve keyfi uygulamalara kapalı olan ciddi bir adımdır. Evlilik, bilinç ve sorumluluk gerektirir. Dinimizde ise sorumluluk, ceza ve mükâfat konusunda irade hürriyeti esastır. İnsanın, onuruna uygun bir şekilde hayatını sürdürme hakkını gasp etmek ve özellikle çocukları türlü istismarlara maruz bırakmak dinimizde asla caiz değildir. Bu hususta çocuk gelinlere dini kılıf uydurmak, dinin amacına, insanın vicdanına uygun bir durum olamaz. Kendine, eşine ve çevresine karşı henüz sorumluluk bilincinde olmayan bir çocuğun evliliğe zorlanmasının dinî ve ilmî hiçbir meşruiyeti, hiçbir temeli yoktur. Yuva kurmanın, eş ve anne olmanın anlamını idrak etme rüştüne erişmemiş bir kızın evlendirilmeye çalışılması asla kabul edilemez bir durumdur.

Bizler, hayatı daha anlamlı ve bereketli kılan evliliğe anne ve babalarımızın, akraba ve komşularımızın, kardeşlerimiz ve sevdiklerimizin huzurunda adım atarız.  Bu yuvada anne ile birlikte babaya da önemli görevler düşmektedir. Babanın sorumluluğu ailesinin maddi ihtiyaçlarını karşılamaktan ibaret değildir. Merhamet eğitimi almış, güzel ahlakla donanmış, değerlerini benimsemiş bir nesil yetiştirmek, her babanın öncelikli sorumluluğudur. Bütün bu değerlerden habersiz yetiştirilmiş çocukları okula gönderip,  kültürel çatışma yaşayan bu çocukların kabahatini de öğretmene yüklemek vicdani bir durum değildir. Ailenin değer vermediği değerler ile okulun değer verdiği değerler çatışması, kültür ikizleşmesi meydana getirmekte, çatışma ortamında kalan çocuk, kendini müspet yönde ifade edemediği için, menfi telafi davranışlarına yönelmektedir. Bu gibi durumlarda okulun iklimi bozulmakta, suçlu olarak da öğretmenler görülmektedir.

Zıtlar¸ Olgular¸ Modeller…

Türk toplumu Doğu ve Batı arasında bocalamakta¸ ya da modernite ile geleneksel kültür arasında çatallı bir yol ağzında bırakılmış vaziyettedir. Bu gidiş, zıtlar arasında yapılan yarışın temelini oluşturmaktadır. Birbirine zıt demişken görülen olgular üzerinde durmak gerekir. Sosyal hayatın farklı yaşanması¸ inanç temelli yaklaşımlarda uç’lar arasında gidip gelmeler¸ kültürel farklılıkların günlük hayatı fazlasıyla meşgul etmesi¸ hatta inanç grupları arasında yükselen "Daha iyi Müslüman benim!…’ feryatları¸ dahası mezhep temelli yaklaşımları¸ Kur’an’ın üzerinde görme çırpınışları¸ insanları davranış bozukluklarına kadar götürmektedir.

Sosyal toplumda tek başına yaşayamayan insanın, toplumu oluşturan diğer insanlara ve çevreye karşı gözetmek zorunda olduğu hak ve ödevleri vardır. Eğitim düzeyi yüksek olsa bile modernitenin bencil anlayışı en ufak tartışmayı mahkeme kapılarına sürüklemektedir. Adaletsiz bir gelir dağılımı¸ buna karşın tüketim kültürünün zorlamasıyla doyumsuz olan¸ kanaat etmeyi unutmuş aileleri, şarkı ve şiirlere temel oluşturmuş ’sevgi’ ve ’aşk’ kavramları bile mutlu etmiyor.

Bir TV dizisinin profilini kabaca çıkardığımız zaman karşımıza şunlar çıkmaktadır: Zengin patron¸ fakir kız¸ ya da tam tersi¸ kabadayı adam¸ her türlü silah¸ zorbalık¸ şiddet¸ aldatma¸ çarpık ilişkiler¸ hile yapma yollarının topluma öğretilmesi... Bütün bunlarla dolan zihinlerin sapmalar yaşaması beklenen bir durumdur. Hele hele bu durumun küçük yaşlardaki çocukların depolama yeri olan ’Bilinçaltı’nı nasıl etkileyeceğini tahayyül edebilirsiniz. Bu kadar medya baskısının götüreceği son durak; evlenmeyi denedik olmadı¸ şimdi de boşanıyoruz, olacaktır. Bu kadar kötü uyaranlar karşısında bazı yetişkinler yollarını kaybetmişken¸ çocukların ilgisiz ve sevgisiz kalmasına¸ küskün ve kırgın büyümesine ortam hazırlamaktadır. Aileler bunu kapatmak için çocuğun her dediğini yapmak zorunda kalarak¸ olumsuzlukları kapatma yoluna gitmektedir. Anne ve baba çocuğuna sus payı olarak "alma" yöntemini seçmektedir; Ev dolusu oyuncak, dolaplar dolusu kıyafet, raf dolusu ayakkabı vb... Hâlbuki ailelerin çocuklarına yapacakları en büyük kötülük¸ onun her istediğini almaktır. En pahalı oyuncakların hiçbiri gerçek oyunun yerini tutamaz. Çocuklara sus payı olarak alınan eşyaların beraberinde doyumsuz bir çocuk¸ mutsuz bir kişilik yaratacağını akıldan çıkarmamak gerekir. Tüketim endeksli bu davranışlar¸ çocuklar arasında yaygınlık kazandıkça¸ hayatı algılamada bakış açısı değişmekte¸ zamanla küresel markalar aileden çok çocukları hedef kitle olarak seçmektedir. Bu durum¸ “tüket ama sorgulama” anlayışını oluşturmaktadır.

Unutulan ama ciddi araştırmaların yapılmadığı bir diğer durum da¸ sınıfta eğitim görmek istemeyen¸ duvarları hapishane hücresi gibi gören¸ şımarık bir kuşakla karşı karşıya olduğumuzdur. Şımarıklıkta isyan noktasına gelmiş bir çocuğun, sorumsuz davranışları asla "özgüven" kavramı ile açıklanamaz. Çekirdek ailenin zulmü¸ tek çocuklu olmak¸ onun her talebini emek harcamadan yerine getirmek...Tek olmanın getirdiği avantajlarla büyümüş¸ kaprisli ve şımartılmış bu çocuklara karşı¸ öğretmenin yapacağı fazla bir şey olmadığından¸ tek yol öğrenciyi memnun etmek¸ onun suyunca akmak gibi hiç de doğru olmayan¸ mecburi bir davranışın içine girilmektedir.  Ailelerin büyük kaprislerinden biri de, "Benim çocuğum yüz ünlü Türk’ten biri olsun" düşüncesidir. Yeterlikleri elvermeyen bu gibi çocukları, üniversite kapısına kadar itelemek, sonunda belki bu çocuk bir diploma sahibi olmakta ama asla kendine yetmemektedir.

Lise düzeyinde dik başlı¸ kabadayı karakterlerin okumanın¸ ülkeye faydalı olmanın¸ ailenin yükünü omuzlamanın ne demek olduğunu idrak edemeyen erken olmuşların¸ sınıfta bir ders saati durmaları bile önemli bir başarıdır. Onların modelleri dizilerin kahramanları¸ kaportası güzel kızlar¸ lüks araba ile hava atan patron çocuklarıdır. Her yönden budanmış¸ sefil¸ mazlum ve uygulamalar arasında takati tükenmiş öğretmenler¸ onlar için model değildir. İlmine hürmet edilen öğretmenler¸ mal üreten vardiya elemanı durumuna düşürülmüştür. Paylaşımdan uzak, yardımlaşmayan, sadece kendini düşünen çocukların, okul ikliminde  özgür olduğunu sanması büyük bir yanılgıdır. “Bireyselleşme özgürleşme değildir...”  Aksine kaçış, yok oluş ve egoizmdir. Günlük hayatın koşuşturması içerisinde bireyselleştiğimiz, yalnızlaştığımız ve ailemiz başta olmak üzere yakınlarımızdan uzaklaştığımız söylemleri zihnimizi oldukça meşgul etmektedir. Bu durum öncelikle aile içi iletişimimizi olumsuz olarak etkiliyor,  sonra da muhabbet tüten  aile ocağımızdan, feryat dumanları yükseliyor.

Yorum yazın

UYARI : Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. Ayrıca suç teşkil edecek hakaret içerikli yorumlar hakkında muhatapları tarafından dava açılabilmektedir.

Fehimdar ÇİFTÇİ yazıları

26ARA2020