ÇOCUKLAR ÇOCUKLUKLAR

ÇOCUKLAR ÇOCUKLUKLAR

Köy meydanı

Harman yeri,

Pınarbaşı…

 Şehrin yollarında yürüyün. Yorulunca oturup dinlenecek yer arayın. Bulursanız kendinizi şanslı sayın. Şayet bulamazsanız bir duvar dibine çökün.

Bu duvarın dibinde otururken, küller içinde kaybolmuş köylerinizi düşünün; geçen yıllar, yürüdüğünüz yollar, oyunlar oynadığınız köy meydanları, toplandığınız harman yerleri ve köylerin nazar boncuğu köy pınarları… Bütün bunlar gözlerinizin önünden geçerken, zihniniz oralara asılı kalmıştır. İşte bu zamanlar belki de sizin en kederli zamanlarını oluşturmaktadır. 

 O geçen yıllar içinde birçok oyun kurmuş, birçok kez arkadaşlarınızla kavga etmişsinizdir. Kavga edince ellerimizi uzatır, parmaklarımızı üst üste koyar, “hadi küs” derdik. Az sonra küslüğümüzü unutur yeniden oyun kurardık. Bizim kavgalarda tornavida, jilet, döner bıçağı, cam kırıkları, şişeler olmazdı. Zaten bu saydıklarımızı da kimse bilmezdi. Kavgamızı gören annelerden biri bağırıp bizlere kızınca cevap vermez, diklenmezdik. Sözünün üstüne söz koyma yarışına hiç girmezdik. Büyüklere sert söylenmek bile “ayıp” sayılırdı. Öyle zamanlar olurdu ki açlığımızı unutur, hatırlayınca küs olduğumuz arkadaşın kapısını çalar annesinden ekmek üzerine sürülmüş yağ ile karnımızı doyururduk. Hepimizde müthiş yaratıcılıklar gizliydi. Kimsenin düşünmediğini düşünmek oyunlarımızın orijinal tarafıydı. Zevk almadan, öğrenmek bize çok uzaktı. Her oyunun zevkli tarafını bulur, yorgunluktan kurtulurduk. Gece geç saatlere kadar harman yerlerinde oynar. Evden çağırsalar bile gitmek istemezdik.  Oyun bizim renkli dünyamızdı. Su kadar gerekliydi.  Büyüklerden öğrendiklerimizi oynar, kendimizden yenilikler katardık. Bizim akıl denizimizin dibi derindi ve görülmüyordu. Biz oyuna daldıkça, o derinleşiyordu.

 Biz, bazen başka oynayanları seyrederek de yerimizde onların yaptıklarını yapmaya çalışırdık. Oynayan yaşıtlarımız mutlu, biz mutluyduk.  Sabahları uyandığımızda en uzaktaki dağlara bakar, gökyüzünde bulutları izlerdik. Evlerimizin bacaları tüter ama gökyüzü kaybolmazdı. Bizim gökyüzümüz de güzeldi. Bulutların beyaz, göğün mavi, gri ve kurşuni renklerini de tanırdık. O zamanlar gökyüzü bize kızgın değildi. Çayırlarımız yeşil, sularımız berraktı. Koskoca derelerin suyunu şişelerde düşünemezdik. Aslında bizler akıcı düşünür, ardı ardına birçok görüş ileri sürebilirdik. Farkında olmasak da tartışır, birbirimizi ikna edebilirdik. Kendimize güvenimiz vardı. Yürekliydik ve işe yarayıp yaramadığını bilmeden fikirler ileri sürerdik. Böylece düşüncemizin fotoğrafını dilimizle ortaya koyardık. 

 Nihayet bir parkın içindesiniz. Geniş çayırlarınızı el kadar yeşilden, berrak akan sularınızı, havuza hapsedilmiş kirli sudan, iri koyun köpeklerinizi şu çelimsiz sokak köpeğinden hatırlıyorsunuz. Banktan başınızı kaldırıp uzaklara bakmak istersiniz ama karşınızda geniş yayla düzlüklerini bulamazsınız. Üzgün ve ürkek bakışlarınız karşı gökdelende takılı kalır. Siz, evin banyosunu dışardan görebilirsiniz. O gökdelende altını ıslatmış çocuk gibi banyo bölümü ‘ben buradayım’ der gibidir.  Renkli gökyüzünüz kaybolmuştur. Güneş yüksek apartmanlara esir, çocuklar balkonlarda kalmıştır. Sahi, siz hala bankta mısınız ?..

Yorum yazın

UYARI : Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. Ayrıca suç teşkil edecek hakaret içerikli yorumlar hakkında muhatapları tarafından dava açılabilmektedir.

Fehimdar ÇİFTÇİ yazıları

2KAS2023