OYUN AKIL DENİZİNE GÖTÜRÜR

Oyun,

Oyuncu,

Oyuncak…

Çocuk doğduğunda organları henüz tamamen biçimlenmiş değildir. Örneğin beyinde henüz o bildik ‘kıvrım yapıları neredeyse yoktur. Çocuğun biçimsel yapılanmasını ortaya çıkaran kuvvetlere Rudolf Steiner, “yapılandırıcı güçler” adını verir. Çevre ve içinde yaşanılan ortam, bu narin ve ince kuvvetler bağlamına uyarıcı, destekleyici ya da köstekleyici etki eder; bunlar çağdaş bilincimiz için öncelikle etkiler olarak belirir. Çocukların çocukluk hallerini dikkate almadan ders adına yapılan yüklemeler, fayda getirmediği gibi birçok zararlara da yol açmaktadır. Bu yüzden, bu haftaki yazımızda oyun alanı olan ve olmayan çocukların durumlarına birlikte göz atmış olacağız.

Gözleri pencerede kalmıştı. Güneşin camdan giren huzmeleri gözüne batıyordu. Ellerini siper edip, boynunu pencereden uzattı. Oynayan çocuklara baktıkça, sınıfta dolaşıp, uzun cümleler kuran öğretmenine kızıyordu. Biz yetişkinlerin çocukken nasıl oynadığımızı, en fazla iz bırakan deneyimlerimizin, oyun kaynaklı olduğunu, akşam olmasına rağmen, bizleri eve çağıran annelerimizin sesini duymamazlıktan gelerek, daha fazla oynamayı, o sıralardaki ruh hallerimizi hatırlamamız, öğrencilerimizi anlamamıza yeterli sebep olacaktır. Oyun hakkında konuşursak, Oyunun eğitime katkısını anlamak istersek, önce yetişkinler olarak kendimiz hakkında konuşmalıyız.

Ben çayırlarda, yaylalarda, akarsuların bol olduğu bölgede yetiştim. En iyi oyunları mahallemizin çocuklarıyla akşama yakın, hava kararıncaya kadar oynardık. Yakın çevreden, mahalleden, akrabalardan guruplar halinde ayrılan çocuklarla, bilinenleri oynadığımız gibi, bilinmedik oyunlarda kurardık. Hayali zorlayıp koyduğumuz kuralları bozar, bozulan kurallar için kavgalar yapardık. Beş dakika atışır, beş dakika da barışırdık. Gücümüzü dener, kendimizi bulurduk. Şimdiki çocukların bilgisayarda oynadıkları her şeyi, bizler doğrudan doğruya canlı ve heyecanlı olarak oynardık. Duvarlara tırmanmak, görünmeden sürünerek yaklaşmak, hızlı koşarak hedefe el koymak bizim için basit hareketlerdi. Çeşitli ve marka giyeceklerimiz yoktu. Gece gündüz giydiklerimiz aynı elbiselerdi. Kirlenmelerine aldırmaz, yaz akşamları köy içindeki şamatamızdan eve gitmemiz gerektiğini unuturduk. Unuttuğumuz bir şey daha vardı; acıktığımızı da unuturduk. Oyun adeta ekmeğimiz, aşımız, coşkun akan suyumuzdu. AVMnin yerine harman yerleri, parkların yerine çayırlarımız vardı. Çok oyuncaklarımız yoktu ama oynayacak yerimiz çoktu. Oyuncaklarımızı kendimiz yapar, yine kendimiz bozardık. Mekânımızın özgür olduğunu harman yerlerinde anlardık. Oyun, kendi yeteneklerimize güven duymayı destekler, bizleri cesur ve atılgan yapardı. Dizimizden yara eksik olmazdı. Yaramızı da kendimiz sarar, acımızı da kendimiz yaşardık. Risklere alışkındık. Yaşayan ve hareketli olan bizler için risk almak, sıradan bir davranıştı. Buna karşı hızlı düşünmek, riski yenmek için düşünmeyi hızlandırmak, bizler için insan olmanın gereğiydi. Zoru denemekten korkmazdık. Öğrenilmiş bir davranış olan korkuyu da yenerdik. Denemekten korkmazdık. Belki de çok şeyi yaptığımız hatalar ve mecbur kaldığımız tekrarlar sayesinde öğrenirdik. Kısaca oynadıkça öğrenirdik. O küçük oyun alanı, orada yaptıklarımız dünyayı tanıma, anlama ve kavrama yolumuzdu. Bu küçük dünyamızda sınırlayıcı telkinler duymazdık. Yapma, dur, olmaz, etme, gibi uyarılar bizlere bir şey ifade etmezdi. Çünkü bütün gücümüzle, bütün organlarımızla, yani pedagojik kavramlar olan: “devinmek – duyumsamak – düşünmek” gibi üst beceriye dayanan bu davranışlarımızla, bir bütün olarak oyunun içindeydik. Sadece dışarıda olanları algılamamız yetmezdi, insanca tutumlarda kazanırdık. Mesela, kuralı bozanla tartışırdık ama gözünü çıkarmak gibi büyük zarar vermeyi düşünmezdik. Bu yüzden, bu oyunlarda hak, adalet, haksızlık, kaide, kural, mücadele etme, münakaşa, tartışma, yardımlaşma, takım, taraf ve rakip olma gibi kavramların anlam bilgisini de kazanırdık. Bütün bunlar bize, gelecek hayat için sorumluluk taşıma, sabırlı olma, erdemler kazandırıyordu. İşte bu yüzden ünlü pedagog Piagenin:” Çocuk, oynaya oynaya akıl denizine ulaşır” sözü haklılığını korumaktadır. Hırçın, kavgacı, bencil, paylaşma ve yardımlaşmayı bilmeyen günümüz çocuklarının bu durumda olması yeterli oyun alanlarının olmayışı ve okul ortamlarında teneffüs saatlerinin az oluşu, dikbaşlı kabadayı karakterli çocuklarla büyük sorunlar yaşayacağımız anlamına gelmektedir. İşte tam da bu yüzden teneffüsler çok önemlidir. Biz büyükler bile, çalışma saatleri arasında mola vermenin ne kadar önemli olduğunu biliyoruz. O halde çocukların mola saatlerini harcamayalım.

Yorum yazın

UYARI : Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. Ayrıca suç teşkil edecek hakaret içerikli yorumlar hakkında muhatapları tarafından dava açılabilmektedir.

Fehimdar ÇİFTÇİ yazıları

21ARA2020