Su denilince yaşamaya çalışan tüm insanların aklına önce evlerinde, iş yerlerinde kullandıkları ve içtikleri su geliyor. Çiftçilikle uğraşanlar için ise sulama suyu konusu, geceleri rüyalarına bile girecek kadar önemli, çünkü ektikleri mahsulün olgunlaşması ve verimli olabilmesi yeterli ve zamanında sulamaya bağlı olduğunu çok iyi bilirler.
Su tüm canlılar için vazgeçilmez olduğu kadar tüm bitkiler içinde olmazsa olmazlardan birisi. Su ve güneş olmazsa ne bitkiler olgunlaşıp mahsullerini verebilir ne de insanlar ve diğer canlılar yaşayabilir. Her türlü enerjinin bir alternatifi bulunabiliyor fakat suyun yerini tutabilecek bir nesnenin olmadığını da hepimizde çok iyi biliyoruz. Pek iyide hiçbir alternatifi olmayan ve su olmazsa yaşamın da olamayacağını hepimiz bildiğimiz halde suyu kullanmada ve çevre olaylarında neden gereken hassasiyeti gösteremiyoruz?
Su kaynaklarının devamının yeşil yapıya, kış mevsiminde yağan karların eriyen sularını ve yağmur sularının sel ve taşkın olarak akmayıp, bu suların toprakça yavaş yavaş emilerek yeraltı su kaynaklarına ulaşmasının o bölgedeki bitki ve orman yapısına bağlı olduğunu bilmeyenimiz olduğunu da hiç zannetmiyorum. Biz insanlar her şeyin ne kadarının faydalı ne kadarının zararlı olduğunu çok iyi biliyoruz fakat gereğini yapmaya gelince maalesef çoğu zaman kayıtsız kalıyoruz. Çünkü bizler adam sendeciliğe ve benden sonrasından bana ne demeye çok alıştırılmışız.
Eğer geçmiş zamanlarda yaşayan insanların yaptıkları hataları bizlerde yapmaya devam edersek, ülkeler arasındaki savaşların petrol veya sair sebepler için değil de su kaynakları için yapıldığına çok yakın bir zamanda şahit olabiliriz. İlerleyen teknoloji petrole alternatif enerjiler bulabiliyor fakat temiz ve kullanılabilecek suyun yerini tutabilecek bir şeyin bulunabildiğini maalesef henüz duymadık.
Yeryüzünde yaşayan tüm canlıların olmazsa olmazı olan suyun bulunduğu kaynaklarının gün geçtikçe azalmasına karşın insan nüfusunun büyük bir hızla arttığını sadece izliyoruz. Şöyle düşünüyorum da çok değil elli sene öncesine kadar Bolu’muzun nüfusu on beş bin civarındaydı ve su tesisatı olan evlerde akan suda sadece, bugün sadece içme suyu olarak kullanabildiğimiz kökez suyuydu. Ogünlerde Bolu’da yaşayanların evlerindeki her işlerinde kullanabildikleri kökez suyu, bugün mahallelerdeki seksen civarındaki çeşmeye zor yeter hale geldi. Kökez suyunun bu günlerdeki durumunun yakın gelecekte nelerle karşılaşabileceğimizin bir işareti değil mi? Yine elli sene öncelerine kadar Bolu ovasından kıvrıla kıvrıla akan ve sonbaharda bile bol suyu olan Büyüksu deresinin, akarsuların en bol suyla coştuklar aylardaki hali bile bizleri gelecekte nelerin beklediğinin acı bir habercisi değil mi?
Bolu’muzun elli sene önce on beş bin civarında olan nüfusu bugün iki yüz bini aştı bile, bir elli sene sonra kaç bini bulur acaba? Bizler bugünlerde su sıkıntısının yaşanabileceği kaygısı taşıyorsak gelecekte artan nüfusun su sıkıntısı yaşamayacağının garantisi olabilir mi? Bazı komşu illere su verilecek diye kendi yaşadığımız ilin su geleceğinin ipotek altına alınması ne kadar doğru acaba? Artan nüfusa yetecek gıda maddelerinin ekileceği alanlar, nüfusa bağlı oranda büyüyemeyeceğine, aksine yerleşim alanlarının artacağı için küçüleceğine göre verimin artması için, çift mahsul alınmanın yolları aranacak ve tabiî ki daha çok sulama suyuna ihtiyaç olacak. Pekiyi de bizler bugünkü nüfusla bugünden geleceğin su hesabını yapmaya çalışıyorsak, gelecekte artacak nüfusun su ihtiyaçları nasıl karşılanacak? Yoksa geçmişte söylenenler gibi “ben günümü gün edeyim de gelecekte yaşayanlarda kendi başlarının çaresine bakarlar nasıl olsa” mı denecek acaba?
Gölköy terfi istasyonundan arıtma tesisi arasındaki isale hattında yaşanan boru patlamalarının azalmasına rağmen devam etmeyeceği garanti değil. Benim bir türlü anlayamadığım terfi istasyonunun neden Gölköy Barajının su çıkış yerine yapılması! Suyun Gölköy Barajından çıkış yeri, Bolu ovası sulama suyunun çıkış yeri ile aynı seviyede. Sulama suyu senelerdir aynı yerden serbest bırakıldığında, arıtma tesisinin birkaç yüz metre altından akarak ovadaki sulanacak arazilere ulaşıyor. Yani hiçbir enerji kullanmadan ve kendi cazibesiyle akıp gidiyor. Gölköy Barajından arıtma tesisine giden su boruların büyük bölümü de bu kanal boyunda olduğuna göre, terfi istasyonu suyun kendi cazibesiyle geldiği bir yere yapılsaydı ve terfi istasyonundan arıtma tesisine kadar olan boruda çelik boru olarak baştan düşünülseydi boru patlamaları olmazdı herhalde. Şimdi ise kilometrelerce borunun içindeki suyu itmek için boşuna fazla enerji harcanıyor ve bu bedel pek tabiî ki Bolu’da yaşayıp suyu kullananlardan çıkıyor. Bolu ovası sulama suyu açık kanaldan aktığı halde epeyce bir akıntıyla akıyor. Arıtma tesisine gelen borular kapalı olduğundan, Gölköy Barajındaki su seviyesinin yapacağı basınçta bu durumun açık göstergesi değil midir?
Su konusuyla ilgili yazılarımı eline sağlık diyenler kadar, herkes işini yapsın diyenlerinde var olduğunu düşünüyorum. Ben sadece yaşadıklarımı, gözlerimle gördüklerimi ve bunlarla ilgili gözlemlerimi yazmaya devam ediyorum. Bazı olayların yazılması çok doğaldır ki birilerini rahatsız edebilir fakat bizlerin gördükleri hataları kaleme almaması da bence daha büyük hata olur. Biz eli kalem tutup yazabilenlerin bir görevinin de kamuoyunu aydınlatmak olduğu unutulmamalıdır.
Bir sonraki yazıda buluşmak üzere, hoşça kalın.