“ Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil”
FUZULİ
Şimdi hikayenin neresinden başlamalı bilmiyorum. Hayatımıza kapkara düşen 15 Temmuz gecesinin neresini anlatmalı, anlatabilmeli…
Fetullahçılar – ki bir terör örgütü - bunca çirkinleşip, arsızlaşıp, kalbini karartmasını mı yoksa sonrasında Fetullahçı diye fişleyip nezarete atılan insanlarımıza mı…
Gerçek örgüt üyelerinin yaşamlarımıza bunca yakın oluşlarına mı, hissetmeyişlerimize mi, soğukkanlılıklarına mı yoksa onlarla hiç alakası olmamasına rağmen birilerinin kişisel bir kiniyle, ‘örgütçü bunlar dediklerinin göz altına alınmış olmalarına mı daha çok şaşırmalıyım… Kişisel kininin bir insanın kalbini bu kadar nasıl karartmış olduğuna mı…
Biliyorum ki bir adalet var… Ve duam o dur ki Hz Ömerin adaleti bu günlerde ülkemizin üzerinde olsun…
Hz Ömer halifeliği döneminde; Şam Valisi, Şamda ki bir camiyi genişletmek ister ve civarında ki arsalar kamulaştırılarak arsa sahiplerine bedeli ödenir. Ancak bir Yahudi arsasını satmak istemez. Arsanın değerinin üzerinde bir bedel ödenmesine rağmen rıza göstermez. Bunun üzerine Vali arsayı el koyar ve parasını adama gönderir.
Yahudi Medineye gider ve derdini Hz Ömere anlatır. Hz Ömer adamı dinler ve bir not yazar Vali ye vermesi için ; ‘Bilesin ki ben Nuşirevandan daha az adil değilim.
Yahudi yazıyı alarak Şam Valisine götürür. Vali yazıyı okuyunca sapsarı kesilir ve Yahudi ye ‘arsanız size geri verilmiştir der.
Yahudi çok şaşırır ve sizi bu kadar korkutan nedir diye sorar. Şam Valisi hikayeyi anlatmaya başlar:
İslamdan önce Hz. Ömer ve ben 200 deve ile İrana ticaret için gitmiştik. Birileri elimizde ki develere el koydu, kalabalık bir çete grubuydu bir şey yapamadık. Üzgün bir şekilde eski bir han bulduk ve hancıya derdimizi anlattık. Bize krala gidip durumu anlatmamızı söyledi. Sabah krala gidip durumu anlattık. Şikayetimizi krala bir mütercim tercüme etti. Kral Nurşirevan bize dinledi ve birer kese altın vererek olayı inceleyeceğini, bize de memleketimize dönmemizi söyledi. Tekrar hana dönüğümüzde sonuçtan pek memnun olmamıştık.
Hancı da bu işte bir tuhaflık olduğunu söyleyerek bize tekrar krala gidelim siz derdinizi tam anlatamadınız bir de ben anlatayım dedi. Tekrar krala gittiğimizde her şeyi tekrar anlattık, hancı tercüme etti. Kral Nurşirevanın yüzü sapsarı kesildi. Ve bize iki kese altın vererek sabah develerimizi teslim edeceğini ve develeri aldıktan sonra birimizin doğu diğerimizin batı kapısından gitmesini söyledi.
Ertesi gün ben doğu kapısından çıktığımda iki kişinin asılı olduğunu gördüm. Batı kapısı çıkışında ise bir kişinin asılı olduğunu söylediler. Hancıya durumu sorduğumuzda;
Kral Nurşirevannın büyük oğlu ve vezirin bir çete kurduğunu develeri çalanların onlar olduğunu bu sebeple kralın öz oğlu ve vezirini doğu kapısına astırdığını söyledi.
Tercüme eden kişinin de kralın oğlu ve vezire yakın olduğu için bizim söylediklerimizi daha farklı tercüme ederek onları koruduğunu bu sebeple doğu kapısında asılı olduğunu söyledi.
Şimdi Hz. Ömer bana yolladığı notta ‘bilesin ki Nurşirevandan daha az adil değilim diyerek bana o günü hatırlatmaktadır. Demiştir.
Demem o ki tercüme eden kişi yanlışsa sonucun doğru olma ihtimali yok. Biliyorum ki bir adalet var… Tercüme eden kişi yanlışsa, adaleti yanıltmışsa, kalbini karartmışsa o da en az örgüt kadar suçludur…