16 Nisan 2017’de yapılacak olan Referandumun en güzel tarafı her iki cepheyi de yani EVET ve HAYIR cephelerini Atatürk’e kenetlemiş olmasıdır. Son günlerde başı sıkışanın Atatürk’e sığınması moda oldu. Bir taraf Atatürk yaşasaydı EVET oyu kullanırdı derken diğer taraf da tam tersi bir şekilde Atatürk yaşasaydı HAYIR oyu kullanırdı diyor. Her iki kesim de referandumda oy kullanacakları Atatürk üzerinden etkilemeye çalışıyor. Atatürk’ün topluma rehber olduğuna inanmaları şüphesiz önemli. Atatürk düşmanlığının hala prim yaptığı bu ülkede başı sıkışanın Atatürk’e ve O’nun kurucu felsefesine başvurması ilerisi için umut verici.
Çünkü Mustafa Kemal Atatürk, 20. Yüzyılda Emperyalizme karşı direnişin sembolü olmuş, yok olmak üzere olan bir ulusu külleri üzerinden yeniden diriltmiş, bugün üzerinde yaşadığımız Türkiye Cumhuriyeti’ni kendisinden sonraki kuşaklara miras bırakmıştır. Bu bağlamda Atatürk yaşasaydı EVET mi derdi ya da HAYIR mı derdi sorusunun cevabını bulmak için ATATÜRK’ü ve yaşadığı dönemdeki mücadeleyi anlamak ve bugün yaşananlarla o dönemde yaşananları kıyaslamak gerekir. Ancak böyle bir kıyaslamanın sonucunda Atatürk’ün oyunun rengi konusunda bir fikrimiz olabilir.
Öncelikle HAYIR cephesinin şu tezine cevap vermemiz gerekir. HAYIR’cılar diyorki, ‘’bu kadar yetki Atatürk’e bile verilmedi.’’ Bunu diyenler Türk Devrim Tarihinden bihaberler. Öncelikle bunu diyenlere şunu hatırlatmamız gerekir. Türk Devrimi, kendisinden önceki 1789 Fransız Devrimi’ni örnek aldığı için Jakoben yani tepeden inme dayatmacıdır. Toplumu dönüştürme ya da modernleşme yolunda evrimci değil devrimci (hızlı ve kökten) metodu seçmiştir. Bunu yaparken de her ne kadar bir parlamentomuz olsa da milletvekili adaylarını Atatürk’ün belirlediği, Atatürk’e rağmen birinin milletvekili seçilemeyeceğinin kesin olduğu bir ortamda Atatürk’ün Meclise hakimiyeti düşünülürse, resmi olarak ‘’Tek Adamlık’’ yetkilerini almaya ihtiyacının olmadığı kolayca anlaşılabilir. Şevket Süreyya Aydemir’in Atatürk dönemini anlattığı eserine ‘’Tek Adam’’ ismini vermesi de tesadüf değildir.
İkna olmayanlar alın size bir örnek! TBMM’de Saltanatın kaldırılması konuşulurken bitmek tükenmek bilmeyen tartışmalar, münakaşalar devam etmektedir. Tam o esnada Atatürk Meclise gelir ve şu sözleri söyler: ‘’Bu bir olup bittidir. Söz konusu olan; millete saltanatını, egemenliğini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız? Meselesi değildir. Mesele zaten olup bitti haline gelmiş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu, mutlaka olacaktır. Burada toplananlar, Meclis ve herkes meseleyi tabiî görürse, fikrimce uygun olur. Aksi takdirde, yine gerçek gerektiği şekilde ifade olunacaktır. Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir.’’ Bu sözlerin ardından Saltanatı kaldırmak konusunda tereddüt eden Meclis 1 Kasım 1922’de Saltanata son vermiştir. Şimdi burada Tek Adamlık mı vardır yoksa demokrasi mi vardır? Atatürk’ün tavrı elbette Devrimin Ruhuna uygundur. Ama hiç kimse de çıkıp alay edercesine böyle bir yetki Atatürk’e bile verilmedi deme ahmaklığını göstermesin.
Şimdi yine densizin biri çıkmış Referandum’dan ‘’EVET’’ sonucu çıkarsa EVET oyu kullananları ve emperyalizmi İzmir’de denize dökeceğiz diyor. Sorsan bu densiz Atatürkçüyüm der. Şimdi bu densize ve bunun gibi düşünenlere yine tarih içinde bir yolculuk yaparak cevap verelim. Bir defa sizin Atatürkçülüğünüz, Mustafa Kemal dönemi Atatürkçülüğü değildir. Sizinkisi Rahmetli Attila İlhan’ın deyimiyle Atatürk’ün ölümünün ardından kendisini Cumhurbaşkanı seçtiren İnönü Atatürkçülüğüdür. Yani her haltı yiyip suçu Atatürk’ün üzerine atan bir Atatürkçülük anlayışı. Bu yetkiler Atatürk’e bile verilmedi diyenler, Atatürk’e verilmeyen yetkilerin en daha aşırısının İsmet İnönü’ye verildiğini, kendisinin Milli Şef olarak anıldığını hatırlasınlar. Milli Şef döneminde Faşist İtalya’ya ve Almanya’ya methiyeler düzüldüğünü bilmiyorlarsa öğrensinler. Sonra da İkinci Dünya Savaşı’nın ardından savaşı Müttefikler kazanınca Marshall Yardımları ve Truman Doktrini ile Atatürk’ün İzmir’de denize döktüğü emperyalizme ilk önce kendilerinin kucak açtıklarını da unutmasınlar. Emperyalizme hem kendileri kucak açtılar ama yıllarca Rahmetli Menderes’i Amerikancı olmakla suçladılar.
Şimdi EVET oyu verecekleri denize dökme hayali kuran densizlere şu hususları da hatırlatalım. 2007 yılı Türk Dış Politikası’nda bir kırılma noktasıdır. 2007 yılı öncesine kadar gelmiş geçmiş hükümetler, ekonomik sıkıntılar ve siyasi çalkantılar nedeniyle gelişmekte epey bir geri kalmış, geri kalmışlığın doğal bir sonucu meydana gelen dışa bağımlılık nedeniyle de milli çıkarlarına uygun özgün bir dış politika sergileyememiştir. Sürekli Batı’nın özellikle Amerikan çıkarlarının Jandarmalığı rolü biçilen bir Türkiye, 2007 yılı itibariyle kendi çıkarları doğrultusunda bir dış politika ortaya koyunca ABD’nin başını çektiği Batı Bloğu Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğindeki siyasi hareketin üzerini çizmiş ve o tarihten bugüne kadar da elbirliği ile Erdoğan’ı yıkmaya çabalamışlardır. Türkiye’nin Orta Doğu ülkeleri ile yeniden diyalog kurması, İran ile kendi çıkarları doğrultusunda Doğalgaz ve Petrol anlaşmaları yapması Emperyalist Batı’yı kızdırmıştır. FETÖ’nün ABD’de ikamet etmesi ve orada beslenmesi, Almanya ve Hollanda başta olmak üzere bazı Avrupa Devletleri’nin Türkiye karşıtı tutumları ve HAYIR Kampanyaları düzenlemeleri, PKK ve diğer terör gruplarının faaliyetlerine izin vermeleri güçlü ve bağımsız bir Türkiye’ye engel olma gayretinden başka bir şey değildir. Şimdi EVET oyu verenleri İzmir’de denize dökmeyi hayal eden densiz ve onun destekçilerine sormak lazım, siz hangi emperyalizmle mücadele ediyorsunuz? Atatürk yukarıda çizdiğim tablodaki gibi Batı’nın Jandamalığını yapan bağımlı bir Türkiye ister miydi? Ve Atatürk, hangi Türkiye manzarasına oy verirdi dersiniz? 2007 öncesinin emperyalizme bağımlı Türkiye’sinden yana olanlar mı yoksa 2007 yılından sonra başlayan süreçte bağımsız Türkiye’den yana olanlar mı Atatürk’ün tercihi olabilir?
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve bazı sivri zekalılar da tutturmuşlar 15 Temmuz Kontrollü bir darbeydi diye. Darbe literatürüne yeni bir kavram kazandırdılar. ‘’Kontrollü Darbe’’ Birkere darbelerin kontrollüsü olmaz. Darbe bir kere başladı mı nerede ve nasıl biteceği belli olmaz. Darbeciler kelle koltukta gezerler. Bu konuda merak edenler Şevket Süreyya Aydemir’in İhtilalin Mantığı adlı kitabını okusunlar. Talat Aydemir’i hatırlayın. İki kere darbe girişiminde bulundu. İkincisinin bedelini hayatıyla ödedi. Şimdi epey bir süreden beri tek adamlıkla diktatörlükle suçladığınız Recep Tayyip Erdoğan, madem ki bir diktatör, o halde neden darbe yapma gereği hissetsin. Diktatörlerin bütün güçler elinde toplanmıştır. Yok illa kontrollü darbe yaptı diyorsanız neden kontrollü darbe yapsın ki? Başladığı işi bitirirdi. Parlamentoyu dağıtır, bütün siyasi partileri ve sivil toplum örgütlerini fesh eder, liderlerini ya astırır, ya tutuklatıp hapseder ya da sürgüne gönderirdi. Neden başladığı işi yarım bırakıp, hem bir yandan sizin özgürce boş boş atıp tutmalarınıza tahammül etsin hem de neden tek adamlığa geçmek için referandum yapma gereği duysun? Kontrollü Darbe saçmalığınız da çürüdü mü? O halde söyleyin Atatürk sizin destekledğiniz HAYIR’a mı destek verirdi yoksa EVET’e mi? ‘’Hayatta En Hakiki Mürşit İlimdir’’ diyen Atatürk sizin saçmalıklarınıza oy verir miydi sanıyorsunuz?
Atatürk Partili Cumhurbaşkanı olmuş, İsmet İnönü Milli Şef olmuş, Celal Bayar da Partili Cumhurbaşkanı olmuş, 27 Mayıs Darbesi’nden sonra gelenler ise, rahmetli Turgut Özal hariç, statükonun ve O’nun destekçisi CHP’nin Cumhurbaşkanı olmuşlar ama gel gör ki Erdoğan’a Partili Cumhurbaşkanı olamazsın diyorlar. Neden olamazsın diyorlar? Çünkü ABD istemiyor, Almanya, Hollanda ve diğer Avrupa Devletleri istenmiyor. Çünkü Dünya Sistemi’ni kuran Emperyalistler istemiyor. O halde söyleyin Atatürk Emperyalizmin desteklediği HAYIR’a oy verir miydi?